HosGeldiniz!!!!!
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HosGeldiniz!!!!!

Bu Forum Hepimizin Paylasim Bizim
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Dragon
Admin
Dragon


Erkek Mesaj Sayısı : 100
Yaş : 31
Nerden : ADANA
İş/Hobiler : Sen & Ben
Kayıt tarihi : 14/10/08

Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar Empty
MesajKonu: Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar   Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar Icon_minitimeSalı Ekim 28, 2008 11:35 am

Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar
Soru: Son günlerde, şehitlerimizin cenaze törenlerinin adeta mitinge dönüştürülmesini ve bu vesileyle bazı devlet büyüklerinin protesto edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Şehitlik, Hak katında nübüvvet ve sıddîkıyet makamlarından sonraki en büyük payedir. Kur’an-ı Kerim, şehitlere ölü denilemeyeceğini, onların mânen ölmediklerini, şehadet şerbeti içmeleriyle beraber farklı bir hayat mertebesine geçirildiklerini ve ötede pek büyük mükafat elde edeceklerini değişik ayet-i kerimelerde dile getirmiştir: “Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.” (Bakara, 2/154) mealindeki ilahî beyan şehitlerle alâkalı ayetlerden sadece biridir.
Şehitler Ölmez
Evet, şehitler ölmezler; onlar bu mihnet yurdundan ayrılsalar da hâlâ canlıdırlar; fakat, hayatlarını bizim şuur alanımızı aşkın ve farklı bir buudda devam ettirdiklerinden dolayı biz onları göremeyiz ve fizikî olarak onlarla bir araya gelemeyiz. Merâtib-i hayatı anlattığı mektupta Nur Müellifi’nin de üzerinde durduğu gibi; şehitler, dünyevî hayatlarını Hak yoluna feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, dünya hayatına benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş değil de, daha iyi bir âleme gitmiş olarak bilirler; Allah’ın ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içinde, kemâl-i saadetle mütelezziz olur ve ölümdeki firak acısını, ayrılık elemini hiç hissetmezler. Bizim bazı rüyalarda bambaşka iklimlerde dolaşıp nefis nimetlerden istifade etmemize benzer bir şekilde onlar, Allah Teâlâ’nın nimetlerinden yer, içer ve oradan oraya uçup gider, neşe içinde seyahat ederler. Cenâb-ı Hakk’ın onlara lutfettiği nimetler öyle büyük ve güzeldir ki, bütün şehitler, henüz kendilerine kavuşmamış müstakbel arkadaşlarına, “gelecekleri yerde hiçbir korku olmadığına ve asla üzüntü hissetmeyeceklerine” dair müjde vermek isterler. İşte, şehitler hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmadan önce Mevlâ-yı Müteâl’in onlara ihsan ettiği büyük makamla alâkalı bu hususiyetlerin nazara alınması gerekmektedir.
İslâm alimleri, şehitleri, kendilerine uygulanan dünyevî hükümler ve Allah katındaki durumları itibarıyla üç kısma ayırmışlardır. İ'la-yı kelimetullah yolunda ve savaş meydanında vefat eden ya da malını, canını ve ırzını korurken haksız yere öldürülen kimseler hem dünya ve hem de ahiret bakımından şehittirler. Bu şehitler yıkanmaz ve kefenlenmezler; üzerlerindeki palto, parke, silah, mest gibi fazlalıklar çıkarılsa da kanlı elbiseleriyle gömülürler. Onlar mübarek kanlarıyla yıkanmışlardır; Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, şehitlerin kanının ötede misk ü anber gibi kokacağını, dolayısıyla şehadete erdikleri hal üzere, vücutları yıkanmadan ve kanlı elbiseleri üzerlerindeyken gömülmelerini tavsiye etmiştir.
Kalben inanmadığı halde müslüman görünen ve müslümanların yanında savaşırken öldürülen kimseler de dünyevî kıstaslar açısından şehit sayılırlar, yıkanmadan namazları kılınarak elbiseleriyle gömülürler. Fakat, bunlar, kalblerine nigehban olamadığımız için dünya hükümleri bakımından şehit kabul edilseler de Allah katında şehit sevabı alamayacaklardır.
Bazıları da vardır ki, Hak katında şehittirler ve şehit mükâfatına nâil olacaklardır; ancak bunlar, diğer ölüler gibi yıkanır, kefenlenir ve namazları kılınarak defnedilirler. Sadık u Masduk Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Şehitler beştir: Vebaya tutulanlar, iç hastalıklarına yakalananlar, suda boğulanlar, göçük altında kalanlar ve Allah yolunda canından olanlar.” Ayrıca, aile ve çocuklarının geçimini sağlamak için helal yoldan çalışıp kazanırken ölen kimseler ve ilim yolunda can verenler de ahiret şehiti sayılmışlardır. Doğum esnasında ölen mü'mine kadın ve karın ağrısından ya da apandisit sancısından ölen bir mü'min de şehit kabul edilir.
Şühedanın Cenaze Namazı
Bazı fıkıh imamları, Uhud şehitlerinin yıkanmadan, kefenlenmeden ve cenaze namazları da kılınmadan defnedildiklerini söyleyip “Şehitler için cenaze namazı kılınmaz; çünkü onlar ölü değillerdir” fetvasını vermişlerdir; fakat, bu fetva dinimizde şehitlere biçilen değeri göstermesi bakımından önemli sayılsa da, genel uygulama şehitler için de cenaze namazı kılınması şeklinde olmuştur. Rehber-i Ekmel Efendimiz’in Uhud’da Hazreti Hamza ve başka bir sahabi için, daha sonraki savaşlarda da bütün şehitler için cenaze namazı kıldığına dair rivayetler vardır.
Bilindiği gibi, cenaze namazı farz-ı kifâyedir; yani bir beldede bazı müslümanların bu namazı kılmalarıyla, diğerlerinin üzerinden yükümlülük kalkar. Şayet, bir mü’minin cenaze namazı hiç kılınmazsa, o beldedeki bütün müslümanlar sorumlu ve günahkâr olurlar. Cenaze namazının farz-ı kifâye kabul edilişi dinin özündeki “kolaylaştırma” disiplininden dolayıdır. Eğer, farz-ı ayn olsaydı, cenazeyi duyan herkesin o namaza katılmaları zaruri olurdu ki, bu da bazı insanları çok zor durumda bırakabilirdi. Bu itibarla, cenaze namazının farz-ı kifaye sayılması, onun hafife alınabileceği manasına gelmemektedir; bilakis, o çok önemli olduğu için farz kılınmıştır; fakat, insanların altından kalkamayacakları bir külfet haline gelmemesi için de “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!” disiplini esas alınarak “farz-ı kifaye” olarak hükme bağlanmıştır.
Evet, cenaze namazı bir ibadettir. Beş vakit namaz, oruç, hac, tilavet secdesi gibi ibadetlerimizi nasıl belli kural ve kaideler çerçevesinde eda ediyorsak, cenaze namazında da bazı kaidelere uymamız zaruridir. İbadetlerde esas olan Cenâb-ı Allah’ın takdir ve tayini, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in de tebliğ ve temsilidir. Hiç kimse kendi hissiyatına göre ibadetlere bir kalıp biçemez, şahsî kanaatleri istikametinde onlara eklemeler ve çıkarmalarda bulunamaz; herhangi bir ibadet, din tarafından hangi kurallara bağlanmışsa, onun ibadet keyfiyetini koruması için işte o kurallar çerçevesinde eda edilmesi şarttır. Bu açıdan, cenaze namazı da dinî ölçüler çerçevesinde ele alınmalı ve din onunla alâkalı hangi kaideleri vaz’ etmişse, mutlaka onlara bağlı kalınmalıdır.
Kalb Hüzünlenir, Göz Yaşarır Ama...
Zannediyorum şehit cenazeleri konusunda tashihinde en çok zorlanacağımız husus şehadet haberinin alınmasıyla başlayan ve defin sonrasına kadar aralıksız devam eden feryad ü figanlar, yaka paça yırtmalar, bağırıp çağırmalar ve kadere taş atma sayılabilecek sözlerdir. Bazı bencil ruhlara göre, ateş düştüğü yeri yaksa da, mukaddesâtımızı koruma uğrunda şehit olan yiğitlerimizin acılı haberleri hepimizin bağrına bir kor olarak düşmektedir. Her şehadet haberi ve her şehit cenazesi bütün bir millet olarak hepimizin yüreklerini dağlamaktadır. Evladının tabutuna sarılıp ağlayan anne-babalar karşısında hangi vicdan sahibi gözyaşı dökmez ki?!. Buğulu gözlerle hayat arkadaşını son yolculuğuna uğurlayan eşlerin ya da babasının tabutuna veda bûsesi konduran çocukların hüzünlü tabloları karşısında hangi selim kalb parça parça olmaz ki?! Şahsen, her şehit cenazesinde televizyon karşısında donup kaldığımı, çocuğunu, eşini, babasını kaybeden insanların elemleriyle iki büklüm olduğumu ve gözyaşlarımı tutamadığımı söyleyebilirim. Evet, biz insanız, hepimiz hissiyat sahibiyiz; bazen hüzünleniriz, kederle dolarız, gönlümüze hakim olamaz ve ağlarız. Fakat, acaba en zor şartlarda bile hüznümüzü ve davranışlarımızı dengelememiz gerekmez mi?!.
Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, bir kadının, vefat eden çocuğunun başında feryad ü figân edip ağladığını, üstünü başını yırtıp uygunsuz sözler sarfetmekte olduğunu görür.. görür ve kadına yaklaşarak hem onu teselli etmek hem de sabır tavsiyesinde bulunmak ister. Kadın, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’i tanımadığından, “Git başımdan, sen benim başıma gelenleri bilmiyorsun!..” der, konuşmaya yanaşmaz. Peygamber Efendimiz, daha hiçbir söz söylemeden kadının yanından ayrılır. Orada bulunanlar, acılı anneye onun Allah Rasûlü olduğunu söyleyince, kadın daha müthiş bir sarsıntı ile sarsılır; bilmeden Rasûl-ü Ekrem’e karşı saygısızlık etmiş olduğuna çok üzülür. Koşarak Efendimiz’in saadet hanesine varır; kapıda ne nöbetçi vardır ne de koruma, hemen içeriye girer; Efendimiz’den özür diler. Allah Rasûlü ona cevab-ı hakîm olarak şunu söyler: “Sabır, musibetin ilk şokunu yediğin zamandır.” Evet, asıl ve makbul sabır, insanın başına bir felaket geldiği ilk anda onun bir imtihan olduğuna inanması, kadere razı olması, bela karşısında dayanıp katlanması ve bağırıp çağırmaktan, yaka paça yırtmaktan, uygunsuz sözler sayıp dökmekten uzak kalmasıdır.
Tabii ki, çok sevdiği bir insanın ölüm haberini almak anne-baba, abi-abla, eş-dost ve çoluk-çocuk için pek acı bir hadisedir. Böyle bir haber karşısında üzülmek ve ağlamak insan olmanın iktizasıdır. Ne var ki, İnsanlığın İftihar Tablosu bizim için her meselede en güzel örnektir; o bir insanın başına gelebilecek pek çok musibeti görüp yaşamış ve bu musibetler karşısındaki tavır ve duruşuyla da bize hüsn-ü misal olmuştur. Mesela, ciğerparesi, oğlu İbrahim daha küçücük yaşında vefat edince, Müşfik Nebi, gözyaşlarıyla yanaklarını ıslatmış ve etraftakilerin “Sen de mi ya Rasûlallah?” sualine muhatap olmuştur. Peygamber Efendimiz’in cevabı bizim için çok güzel bir ölçüdür: “Göz yaşarır, kalb hüzünlenir; buna rağmen, biz Rabbimizin razı olacağından başka bir söz söylemeyiz!” Bunu söyleyen Peygamber Efendimiz, kucağında son nefeslerini alıp veren biricik oğlunu öpüp koklamış, bağrına basmış ve “Ey İbrahim, gerçekten senin firkatinden dolayı mahzunuz.” deyip gözyaşı dökmüştür ama kaderi tenkit manasına gelecek ve isyan ifade edecek tek kelime söylememiştir.
Rehber-i Ekmel Efendimiz’in bu ikazları bir cenaze karşısında, özellikle de bir şehidin huzurunda nasıl davranmamız gerektiğini gösteren çok önemli ölçülerdir. Evet, bir yiğidimizin kanlı gömleğini görünce üzülürüz, gözümüz de yaşarır; fakat o, paramparça olsa bile boşa gitmiş değildir ki!. O, canını beyhude vermemiştir; kurban olması gereken bir yerde kendini feda etmiştir.. etmiş ve fânî hayatının beş-on senesini Hak yoluna kurban etmesine mukabil ebedî saadeti kazanmıştır. Allah’ın izniyle, o Firdevse uçmuştur, şimdi Peygamber Efendimiz’in meclisinde bulunuyordur. Bu itibarla, geride kalanlar, onun ayrılığından dolayı kederli olabilirler ama bağırıp çağırmaları, çığlık koparmaları ve isyan ifade eden sözler söylemeleri hem şehit ailesine yakışmaz hem de çok pahalı bir payeye talip olup onu canıyla satın alan şehide karşı saygısızlık olur.
Kınalı Kuzular
Biz tarih boyu vatanımızı, milletimizi, dinimizi ve mukaddesâtımızı koruma uğruna cephelerde ordular feda etmiş, yüzbinlerce şehit vermiş bir milletiz. Daha yakın tarihte sadece bir cephede ikiyüzellibinden fazla vatan evladını kutsal değerlerimize kurban etmişiz. Ninelerimiz evlatlarını mücahede meydanına gönderirken bir kurbanlık gibi onları kınalamışlar da “kınalı kuzum” deyip alınlarından öperek cepheye uğurlamışlar. Onların şehadet haberini alınca da gözyaşlarını içlerine akıtmışlar ve “Elhamdulillah, Cenâb-ı Hak bana da şehit annesi olmayı nasip etti” demiş, şehitleriyle övünmüşler. Hicran, hasret ve firak hislerini kadere rıza ve ahiret saadeti recasıyla bastırmışlar. Onların hicran ve firak türkülerini bile ele alıp değerlendirseniz, hepsinde bir rızanın tüllendiğini, bir hoşnutluğun esip durduğunu ve bir şehide yakın olmanın verdiği inşirahın çağladığını görürsünüz.
Bugün dünden farklı değildir; şimdi de, bazı şekâvet grupları ülkenin bir parçasını koparıp orada belli emellerini gerçekleştirmek için uğraşıyor, vatanın birliğine, milletin bütünlüğüne saldırıyorlar. Bugün de bir çeşit savaş oluyor. Emniyet güçlerimiz, haince tuzaklara ve vur–kaç taktiğiyle gerçekleştirilen sinsice saldırılara karşı vazgeçirme, caydırma, yakalama, hesaba çekme ve nihayet bunların hiçbiri fayda etmezse öldürme savaşı veriyor. Öyleyse, bu millet dün cepheye gönderdiği yiğitlerini hangi duygularla göndermiş ve şehitlerini hangi hislerle bağrına basmışsa, bugün de aynı tavır ve davranışı sergilemelidir ve sergilemektedir. Anne-babalar, eş ve çocuklar yine bağırlarına taş basmalı, “Elhamdulillah, muvakkat ayrılığın acısı var ama ben artık bir şehit yakınıyım. İnşaallah, ötede bana da şefaat eder, beş-on senelik firaka bedel ötede ebediyyen beraber oluruz. Evet, o benden evvel Peygamberimiz’e kavuştu, şimdi Allah’ın rahmet atmosferinde huzur içinde dolaşıyor.” demeli.. demeli ve kalbi hüzünle dolsa da, gözü yaşarsa da, isyan etmemeli, feryat koparmamalı, yaka paça yırtmamalı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://deltas.yetkin-forum.com
 
Kınalı Kuzular ve Şehit Cenazelerindeki Saygısızlıklar
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HosGeldiniz!!!!! :: Kırık Testi-
Buraya geçin: